Anayasada Bir Dil Vardır: Türkçe
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda Türkçe, rastgele bir tercih değildir. Kurucu bir ilkedir. Değiştirilemez denilen maddelerin “tartışmaya açılması”; hukuk, dil, eğitim ve ortak kamusal alan üzerinden yürüyen daha derin bir aşındırmayı işaret ediyor.
Tartışmaya Açılan Ne, Aslında Nedir?
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Türkçenin yeri tartışmasızdır.
Çünkü tartışmaya kapalıdır.
Ama son dönemde, tartışmaya kapalı olan şeyler nedense sık sık “konuşulmaya”, “yeniden düşünülmeye”, hatta “güncellenmeye” değer görülüyor. Özellikle Anayasanın değiştirilemez hükümleri… Özellikle de dil meselesi.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Türkçeye doğrudan atıf yapan iki temel madde vardır: Madde 3 ve Madde 42.
Birincisi devleti tanımlar.
İkincisi geleceği.
Devletin Dili Tesadüf Değildir
Anayasa’nın 3. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kimliğini açık ve yalın biçimde ortaya koyar:
“Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
Dili Türkçedir.”
Bu cümlede fazlalık yoktur.
Açık kapı da yoktur.
“Şimdilik”, “koşullara göre”, “ileride bakarız” gibi ifadeler hiç yoktur.
Devletin dili, idari bir tercih değildir.
Kültürel bir jest de değildir.
Bir “üst kimlik” pazarlığı hiç değildir.
Dil burada, devletin kendisiyle özdeştir.
Nasıl bayrak, marş ve başkent tartışma konusu yapılmıyorsa, dil de yapılmaz.
Zaten yapılmasın diye…
“Değiştirilemez”
denmiştir.
Anayasa’nın 4. maddesi, 1, 2 ve 3. maddeler için açık bir hüküm koyar:
"Değiştirilemez.
Değiştirilmesi teklif edilemez."
Bu ifade hukuk tekniği açısından son noktadır.
Siyasi manevra alanı bırakmaz.
“Toplumsal mutabakat” çağrılarıyla esnetilemez.
“Yeni anayasa” ambalajıyla aşındırılamaz.
Ama yine de deneniyor.
Dil, Eğitimde Başlar
Anayasa’nın 42. maddesi ise meseleyi kökten bağlar: eğitim.
“Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.”
Bu cümle yıllardır özellikle hedef alınır.
“Yasakçı” denir.
“Çağdışı” denir.
“Demokratik değil” denir.
Ama şu pek söylenmez:
Bu madde, bir dili yasaklamaz.
Bir devleti ayakta tutan ortak dili korur.
Çünkü eğitim dili sadece bir iletişim aracı değildir.
Zihnin kurulduğu yerdir.
Düşüncenin biçimlendiği zemindir.
Ortak kamunun oluştuğu alandır.
Ana dil olarak Türkçeden vazgeçmek, tek başına dil meselesi değildir.
Bu, ortak düşünme zemininden vazgeçmektir.
Bugün çeşitli siyasi söylemlerde, bu maddeler sık sık dolaylı biçimde gündeme geliyor.
Açıkça “kaldıralım” denmiyor.
Onun yerine:
- “Daha kapsayıcı bir anayasa”
- “Toplumsal talepler”
- “Yeni bir dönem”
- “Sivil anayasa”
gibi ifadeler dolaşıma sokuluyor.
Oysa anayasanın dili nettir.
Bu maddeler yorumlanmaz, genişletilmez, güncellenmez.
Olduğu gibi durur.
Türkçe Bir Detay Değildir
Türkçe, bu anayasanın süsü değildir.
Bir paragraf arası dipnot hiç değildir.
Türkçe;
- devletin dili,
- eğitimin temeli,
- kamunun ortak sesi,
- yurttaşlığın asgari müşterek alanıdır.
Bu yüzden anayasada yalnızca iki maddede geçmesi bir vurgu eksikliği değildir. Vurgu yeterlidir. Çünkü o iki madde, bütün metni taşır.
Anayasanın ilk dört maddesi, tartışma başlatmak için değil; tartışmayı bitirmek için yazılmıştır.